Çocuk Mahkemesinde Kimler Yargılanır? Öğrenmenin Dönüştürücü Gücüyle Bir Pedagojik Bakış
Bir eğitimci olarak her zaman şuna inanırım: öğrenme sadece bilgi edinme süreci değil, aynı zamanda insanın kendisini yeniden kurma biçimidir. Çocuk mahkemeleri de aslında bu yeniden kurma sürecinin en çetin, en hassas alanlarından biridir. Çünkü burada yalnızca bir suç değil, aynı zamanda bir öğrenme, bir dönüşüm ve bir yeniden topluma kazandırma hikayesi vardır. Peki, çocuk mahkemesinde kimler yargılanır? Bu soruya pedagojik bir çerçeveden, öğrenme teorileri ve gelişim psikolojisi ışığında yaklaşalım.
Çocuk Mahkemelerinin Pedagojik Temelleri
Çocuk mahkemeleri, yetişkin ceza mahkemelerinden farklı olarak, cezalandırmadan çok eğitimsel bir yaklaşımı temel alır. Bu mahkemelerde yargılananlar, 12 ile 18 yaş arasındaki, yani bilişsel ve duygusal gelişimin kritik dönemindeki bireylerdir. Pedagojik açıdan bakıldığında bu dönem, öğrenme kapasitesinin en yüksek olduğu ve davranış değişikliğine en açık yaş aralığıdır. Bu nedenle çocuk mahkemesi yalnızca bir “yargılama alanı” değil, aynı zamanda bir “öğrenme laboratuvarı” olarak da görülebilir.
Bu noktada Jean Piaget’nin bilişsel gelişim teorisi ve Lev Vygotsky’nin sosyal öğrenme yaklaşımı büyük önem taşır. Piaget’ye göre ergenlik dönemi soyut düşüncenin geliştiği aşamadır. Vygotsky ise çocuğun davranışlarının sosyal çevreyle sürekli etkileşim halinde biçimlendiğini savunur. Dolayısıyla, çocuk mahkemesi sürecinde esas amaç, çocuğun davranışlarının nedenini anlamak, onu yargılamaktan çok rehberlik etmektir.
Kimler Yargılanır? Pedagojik Anlamda “Yargılanan” Kimdir?
Çocuk mahkemesinde yargılananlar genellikle suça sürüklenen çocuklar olarak tanımlanır. Ancak pedagojik açıdan soruyu biraz daha derinleştirebiliriz: Aslında burada kim yargılanıyor? Sadece çocuk mu, yoksa çocuğu şekillendiren toplumsal yapı mı?
Bir çocuğun suça yönelmesinde etkili olan unsurlar; ailesel şiddet, sosyoekonomik yoksunluk, eğitimden kopuş ve akran baskısı gibi öğrenilmiş davranış örüntüleridir. Dolayısıyla çocuk mahkemesinde yargılanan aslında, bireysel bir hata kadar toplumsal bir öğrenme eksikliğidir. Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi”nde ifade ettiği gibi, öğrenme özgürleştirici değilse, toplum çocuklarını da özgürleştiremez. Bu nedenle çocuk mahkemesi, sadece bireysel değil, toplumsal bir aynadır.
Pedagojik Süreç Olarak Yargılama
Yargılama süreci, çocuğa “yanlışını gösterme” değil, “doğruyu yeniden öğrenme” fırsatı sunmalıdır. Bu yaklaşım, rehabilitasyon kavramının merkezinde yer alır. Psikolojik destek, eğitim yönlendirmesi, sanat ve sporla yeniden sosyalleşme gibi uygulamalar, bu sürecin pedagojik araçlarıdır. Çünkü öğrenme yalnızca sınıfta değil, yaşamın her alanında gerçekleşir — hatta bir mahkeme salonunda bile.
Bu noktada davranışçı öğrenme teorileri devreye girer. Ödül ve ceza sistemleri, doğru biçimde uygulandığında çocuklarda davranışın kalıcı olarak değişmesini sağlayabilir. Ancak burada önemli olan, cezanın “öğretici” nitelikte olmasıdır. Çünkü pedagojik olarak her yaptırım, bir öğrenme fırsatına dönüştürülmediği sürece yalnızca korku üretir, bilinç değil.
Toplumsal Öğrenme ve Kolektif Sorumluluk
Çocuk mahkemesinde yaşanan her vaka, toplumsal öğrenme sürecinin bir yansımasıdır. Albert Bandura’nın sosyal öğrenme teorisi bu noktada yol göstericidir. Çocuklar, toplumun değerlerini gözlemleyerek, taklit ederek öğrenirler. Eğer toplumda şiddet, ayrımcılık veya adaletsizlik sıradanlaşmışsa, çocuk da bu davranış kalıplarını “öğrenilmiş normlar” olarak içselleştirir.
Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: Bir çocuğu yargılarken, toplum olarak biz neyi yeniden öğrenmeliyiz? Bu soru, eğitimciler, ebeveynler ve hukukçular için ortak bir vicdan çağrısıdır. Çünkü pedagojik anlamda her yargılama, aslında toplumsal öğrenmenin test edildiği bir andır.
Öğrenme Yoluyla Yeniden Kazanım
Çocuk mahkemelerinde alınan kararların amacı, çocuğu cezalandırmak değil, onu yeniden kazanmak olmalıdır. Bu, modern pedagojinin en temel ilkelerinden biri olan “her birey öğrenebilir” düşüncesine dayanır. Eğer çocuk davranışını değiştirebilecek, empati geliştirebilecek ve sorumluluk bilinci kazanabilecek bir öğrenme ortamına girerse, mahkeme süreci bir cezadan çok bir dönüşüm fırsatına dönüşür.
Bu dönüşüm, sadece bireysel değil, toplumsal bir yeniden yapılanmadır. Çünkü her çocuk, toplumun öğrenme kapasitesinin bir yansımasıdır. Bir çocuk suça sürüklendiğinde, aslında toplumun bir parçası öğrenememiş demektir.
Sonuç: Öğrenmenin Adaletle Buluştuğu Yer
Çocuk mahkemesinde kimler yargılanır? sorusuna verilecek en derin yanıt belki de şudur: Yalnızca çocuklar değil, hepimiz. Çünkü çocuk, toplumun öğrenme aynasıdır. Bu aynaya baktığımızda gördüğümüz, yalnızca bireysel hatalar değil, ortak sorumluluklarımızdır.
Belki de hepimiz şu soruyu kendimize sormalıyız: Bir çocuğun suça karıştığı bir toplumda, biz hangi değerleri öğretmeyi unuttuk? Bu soruya dürüstçe cevap vermek, hem pedagojik hem insani bir öğrenme sürecinin başlangıcı olabilir.